BUM!
- TheMythraMind
- 7 Nis
- 17 dakikada okunur

“Üzerinde çalıştığınız dosya bir cinayet dosyası değil! Uzman görüşümü söylüyorum, bu bir vaka! Aradığınız katilde çoklu kişilik bozukluğu var.”
Psikiyatrist Atilla ve Komiser Ahmet gerilmişlerdi. Komiser Ahmet işine sürekli tıbbi yorumlar yapıp duran bu adamdan hiç haz etmemişti.
“Atilla Bey, dedektifliğe olan ilginizi anlıyorum. Ancak buralarda işler uzman görüşlerin varsayım hipotezleri üzerinden değil, elle tutulur kanıtlarla yürür. Şimdi, bir kanıtınız var mı?”
Atilla, Metlo hastanesinin sahibi ve çoklu kişilik bozukluğu üzerinde yaptığı çalışmalarla literatüre yeni bulgular kazandırmış çok ünlü bir psikiyatristti. Birkaç sene önce Fransa’dan Türkiye’ye dönmüş Fransa’da açtığı kliniğin markasını Türkiye’ye taşımıştı. 1992 yılında çözülemeden kapanan imzalı cinayetler dosyası art arda gelen üç ceset ihbarıyla tekrar açılmıştı. O yıllarda da polis, Atilla ile iş birliği yürütmüştü ancak cinayetler bir anda kesildiği için dosya âtıl olarak kalmıştı.
“Ahmet Bey, amacım sizi yokuşa sürmek değil. 92 senesinde de ben bu davayla içli dışlıydım bildiğiniz üzere. Tüm davranış modelleri ve talep ettiğiniz somut kanıtlar bizi tarihin 30 yıl sonra tekerrür ettiği gerçeğine getiriyor.”
“Kanıt diyorum Atilla Bey…”

“Tamam yeter!” diye bağırdı Şevki Amir. “İşimize odaklanalım. Bu dosya tekrar açıldı ve çözmek zorundayız. Dışarıda ruh hastası azılı bir katil dolanıyor. Şimdi Yeltan, elimizde ne var?”
Polis Yeltan elindeki dosyayı okumaya başladı. “Amirim… Bize gelen üç ihbar… Kurbanların ortak noktaları yok. Sıradan vatandaşlar… Her maktulün elinde X işareti var. Ayrıca katil ritmik olarak öldürmüyor. Belirli bir stratejisi de yok. Nerede ne zaman nasıl olacağını kestirmek mümkün değil. 92 yılındaki vakaları da inceledik…” dedi Yeltan. Çekinerek Ahmet Komiserine baktı.
“Evet kızım?” diye araya girdi Şevki Amir.
“Şey, amirim Atilla Bey’in de söylediği gibi orada da aynı. Aynı bulgular, aynı durumlar… Dosya, açıkça tekrar ediyor.”
“Peki, başka bir şey biliyor muyuz?”

Şubede bir anda çıkan uğultu, Komiser Ahmet ve Şevki Amir’i tedirgin etmişti. Ne oluyor diye ayaklandıklarında bir polis içeri girdi.
“Amirim, ihbar geldi. Metlo hastanesine bir doktorun adına not bırakılarak yaralı gönderilmiş. Kurbanın elinde X işareti var.”
***
Adına, neredeyse ölmek üzere olan bir kurban gelen Doktor Can da ameliyathanede ter döküyordu. Komiser Ahmet, Atilla’ya dik dik bakıyordu. Bu olay oldukça şüphe uyandırıcıydı. Atilla’nın sahip olduğu hastaneye gönderilen bu kurban ilginç bir şekilde Atilla’nın oğlu Doktor Can adına gelmişti. Atilla, komiser Ahmet’in bakışlarından rahatsız oldu. “Açıkça söyleyin Ahmet Bey.”
“Bu garip bir tesadüf değil mi Atilla Bey? Ne alaka sizin hastaneniz ve oğlunuz?”
“Oğlum, işinde başarılı bir genel cerrah. 1992 yılında da kurbanlar döneminin başarılı cerrahlarına gönderiliyordu. Can, o dönemde cerrah olsaydı eminim yine ona gönderilirdi.”
Komiser Ahmet dilini dişlerinin arasında dolandırdı. İçinde tuhaf bir kuşku vardı. Bir süre Atilla’yı süzdükten sonra Can’a döndü ve yaptığı ameliyatı kafasında bir sürü soruyla incelemeye başladı.
Tüm hastanede herkes nefesini tutmuş Doktor Can’ın bu vakayı nasıl çözeceğini dört gözle izlemişti. Atilla en iyi cerrahının bu işin altından kalkacağından emin rahat rahat kahvesini yudumlamıştı. Sonuç olumlu olduğunda da hiç şaşırmadan odasında Can’ı ağırlamak istemişti. Doktor Can, odaya girdiğinde tam durumla ilgili konuşacaklarken Komiser Ahmet ve Yeltan da Can’ın arkasından odaya daldı.
“Can Bey, bu kurban… Yani ne demek çiçek kafatasından çıkıyor? Nasıl oluyor o?” dedi Komiser Ahmet uykusuzluk asabiyetiyle.
Can, inanılmaz derecede zeki, bir ortama girdiğinde bütün bakışları kendisine çevirecek kadar karizmatik bir cerrahtı. Çok fazla konuşmazdı, konuşursa nokta atışı yapar geri kalan zamanlarda ya kızı ve eşiyle zaman geçirir ya da kendisiyle zaman geçirmek için aniden ortadan kaybolurdu. İlginç takıntıları ve kimsenin anlam veremediği huyları vardı. Herkes onunla konuşmadan önce kendisini hazırlardı. Polisin tepesinde dikilip nefesini suratına soluyarak sorular sormasından sıkılan Can, birden ayaklandı.
“Kısa ve öz lütfen… Öğrenmek istediğiniz şeyi sorun.”
Komiser Ahmet ve polis Yeltan bu tavırların anlamsızlığından birbirlerine bakakalmışlardı. Komiser Ahmet boğazını temizledi.
“Peki tamam, ne olmuş? Anlatır mısınız? Uzun ve detaylı,” diye vurguladı Komiser Ahmet.
Can, komiserin davranışlarından hiç hoşlanmadığı için her zamanki soğuk tavrıyla yüzlerine bakmadan, “Katil, kurbanın beynini saksı olarak kullanmış. Çiçeğin tohumunu kafatasının ön kısmına, yani alnında açtığı bir delikten beynin ön lobuna yerleştirmiş. Daha sonra kafatasında açtığı diğer deliklerden çiçeğin köklerini beyin damarlarına bağlamış ve çiçeğin beyin sıvısından beslenmesini sağlamış ve sonuç… İnsan çiçek… Size daha ilginç bir şey söyleyeyim. Beyninde hiçbir bölge fonksiyonunu yitirmemiş. Çünkü çiçek kurbanın beyninden beslenirken kurban da çiçekten beslenmiş. Katil, kurbanı verdiği ilaçla geçici bitkisel hayata sokmuş. Kurban buraya getirildiğinde uyanıktı. Bilinci de yerindeydi ancak şokun etkisiyle konuşamıyordu.”
Komiser Ahmet bulanan midesini yutkunarak toparladı ve “İyi de bunu yapmak için…”
“Evet, aradığınız katil tahmin edemeyeceğiniz kadar çok iyi bir cerrah,” dedi Can.
***
İnsan-Çiçek vakası minik fısıltılarla şehirde dolanmaya başlamıştı. Öldürülen üç kurbandan sonra ortaya çıkan benzer bu vaka merkezdekilerin aklını karıştırmıştı. Neden bir hastanenin doktoruna özel olarak gönderildiği de esrarengizliğini koruyordu. Ayrıca ilk üç vaka öldürülmüştü son vaka öldürülmek değil yaşatılmak istenmişti. Komiser Ahmet Can’la ilgili araştırma yapılmasını talep etmişti. Doktor Can ve imzalı cinayetler arasındaki ilişkinin ne olduğunu bulmak zannettiklerinden daha zor olacak gibi görünüyordu. Komiser Ahmet, masasında 92 yılına ait yığınla dosya ortak bir nokta bulmaya çalışıyordu. Yeltan içeri girdi.
“Komiserim, o gün yani cinayetin işlendiği gün Doktor Can’ın nerede olduğunu kimse bilmiyor. Eşi Elif de dahil… Can Bey sorgusunda yürüyüşte olduğunu ifade etti. Ama elimizde tanık yok.”
“Ya, peki ne biliyoruz Can’la ilgili başka?”
“Başarılı bir üniversite hayatı. Erken mezuniyet, sayısız ödül, herkesin masada kalır dediği insanları hayata döndürme, deneysel ameliyatlar, art arda gelen sınırsız başarılar…”
“Demek öyle. Yani Can Bey, tahmin edemeyeceğimiz kadar iyi bir Cerrah, ha Yeltan?”
Havada dolanan şüphenin tadı polis karakolundaki herkesi büyük bir sessizliğe gömmüştü. Herkes korkuyordu. Gece, tüm ihtişamıyla göğü sarmalarken Komiser Ahmet gökte çakan şimşeğin sesini duydu. Soğuk geçecek bir geceye benziyordu. Komiser Ahmet Yeltan’a döndü.
“Söyle bakalım Yeltan, çok başarılı bir cerrah aynı zamanda çok başarılı bir katil olabilir mi?”
***
“Komiser Ahmet, işinize saygım sonsuz. Ancak davranışlarımızın bizi komik sonuçlara götürmesine engel olmamız gerek. Aksi halde kendimizle barışmamız pek mümkün değil. Doktor Can, sadece takıntılı, kısmen asosyal olarak tanımlayabileceğimiz minik bir nevroza sahip. Her insanın sahip olduğundan bir kademe daha fazla. Bu onu katil yapmaz,” dedi Atilla son derece emin tavrıyla.
Komiser Ahmet elindeki somut bilgiyle Doktor Can’ı merkeze almak zorundaydı. Artık hipotez dinleyecek hali yoktu. Eliyle kemerini sıkıştırırken, “Aradığımız kişi çok iyi bir cerrah değil mi? Karşımızda da en iyisi duruyor sizin de vurguladığınız gibi. Üstelik de cinayet günü ortalarda yok. Oğlunuzu korumanız pek tabii içgüdüsel bir şeydir, anlıyorum. Ama adaletin temsil ettiği şey sizin içgüdülerinizden daha üstün,” dedi.
“Peki sizce mantıklı bir temeli var mı? Neden?”
“Kendi sınırlarını test etmek için… Doktor Can kendisine zor bir vaka yaratıyor sonra da kendisine göndererek prestijini artırıyor. Hem gururu okşanıyor hem kariyeri yükseliyor.”
“Hipotezlerle ne zaman barıştınız Ahmet Bey?”
Doktor Can, yine başarılı geçen bir ameliyattan sonra nihayet ameliyathaneden çıkmıştı. Komiser Ahmet, Atilla ve Yeltan kapıda onu bekliyordu. Göz göze geldiler. Can, tüm sakinliğiyle onu kelepçelemeleri için ellerini uzattı.
***
“Fazla hızlı teslim oldu,” dedi Yeltan. “Bu çok garip değil mi?”
İçeri Can’ın eşi Elif girdi. Yeltan ve Komiser Ahmet ayağa kalktılar ve Elif’i karşıladılar. Elif içeri girdiğinde ikisi de istemsizce tebessüm etti. O kadar duru ve saf bir güzelliği vardı ki… Komiser Ahmet, bu kadının o suratsız doktorla ne işi olduğunu aklından geçirmeden edemedi.
“Hoş eldiniz Elif Hanım. Buyurun lütfen,” dedi Komiser Ahmet. Yeltan, kahve getirmek için odadan çıktı.
“Merhaba, teşekkür ederim.”
Ahmet bir süre daha Elif’i izledi. Bir tablo gibiydi. Odanın açık olan penceresinden içeri süzülen rüzgâr saçlarına dokundu. Elif gülümsedi. Bu esinti hoşuna gitmişti.
“Buraya kadar sizi yorduğumuz için üzgünüm. Ancak biliyorsunuz bir dava var ve eşiniz Doktor Can, şu anda bir şüpheli. Endişelenmeyin uzun süre içeride tutamayız. Sadece, cinayet günü ortalarda yok ve adına gönderilen bir kurban var. Bu konuda bize yardımcı olabilir misiniz? Can Bey’le ilgili bazı bilgilere ihtiyacımız var.”
Elif, durum karşısında üzgündü ancak Can’a olan güveninin onu yanıltmayacağını bildiği için bu durumun geçici oluşuna kendisini çoktan ikna etmişti. “Can, evet… Biraz tuhaftır. Biz üniversiteden arkadaşız aslında. Bu arada ben de Metlo hastanesinde anestezi uzmanı olarak çalışıyorum. Can’ın okuldaki adı ‘Altın Neşter’di. Cerrah olmaya bu kadar hazır yaratılmış eller çok nadir bulunur. Bazı tuhaf huyları vardır, evet. Takıntılıdır. Fazla konuşmayı sevmez. Arada kaybolur ve gerçekten o süreçlerde nereye gittiğini hiçbirimiz bilmiyoruz ama bu yıllardır böyleydi. Sadece…”
Elif bir süre durmuştu. Komiser Ahmet dikkat kesildi. Bu duraksama dikkatini çekmişti.
“Sadece, Atilla Bey, yani Can’ın babası… 27 yıl sonra birdenbire karşısına çıktı. Fransa’dan dönüşü Can için… Bu fazlaydı anlıyor musunuz? Can değişimleri pek sevmez. Bu yüzden takıntıları ve sık sık kaybolmaları son yıllarda arttı. Bakın Can, yıllarca ailesi hakkında küçücük bir bilgiye ulaşmak için çalıştı. Mesleğinin ikinci yılında artık bunun boş bir çaba olduğuna karar verip vazgeçti ve konuyu tamamen kapattı. Teyzesi, Can daha 12 yaşındayken aramızdan ayrılmış. O yüzden bu soruların cevaplarını ondan da alamamış.”
Elif’in ses tonu Ahmet’in kulağına ninni gibi gelmişti. “Annesi? Derya Tankor? Hiçbir iz yok… Siz biliyor musunuz nerede olduğunu ya da…?”
Elif’in bir anda yüzü düşmüştü. “Bu da oldukça ilginç ama Derya Hanım’a dair hiçbir şey yok. Atilla Bey, Can’ın doğumundan sonra psikolojisini toparlayamadığını ve onu terk ettiğini söylüyor.”
“Peki, Can Bey, sinirli biri midir? Yani öfke patlamaları ya da…”
“Evet, gerilimi her zaman yüksektir. Can, hep kendi dünyasında kendine yetmeyi başarabilmiş. Yetimhane dönemleri de pek kolay sayılmaz… Hepimizin hayatında geçmişin kalıntıları var. Doğumunda onu kabullenemeyen bir anne ve korkak bir baba… Can, Atilla Bey’le hala bir etkileşim halinde değil. Yani baba-oğul ilişkileri yok. İşveren ve çalışan ilişkileri var. Can, benim için o hastanede çalışıyor. Ben, Atilla Bey’in marka değerini önemsiyorum. Bu hepimiz için inanılmaz bir fırsattı. Uzun süren çabam sonucunda nihayet Can beraber çalışmayı kabul etti.”
“Son olarak, Can Bey’in bu davayla bir şekilde ilişkisi var. Geçmişte ona takık biri, eski bir hasta yakını ya da ne bileyim husumeti olan herhangi biri… Var mı böyle aklınıza gelen bir durum?”
“Hayır, Can girdiği operasyonlardan yüksek oran başarıyla çıkar. Henüz masada hastası kalmadı. Pek sosyal sayılmadığı için de öyle çevresinde ona takık biri yok.”
Bir süre sessizlik oldu. Elif söyleyeceklerinin sonuna gelmişti. Ayağa kalktığında rüzgâr tekrar saçlarına dokundu. “Ahmet Bey… Ben onu çok iyi tanıyorum. Can, asla birini incitemez. Onun durduğu taraf sizin aradığınız katille zıt yönde.”
Yeltan elinde kahvelerle apar topar içeri girdi. “Amirim…” dedi kahveleri masaya bırakırken. “Şubede katilin kendisi olduğunu söyleyen biri var. Teslim olmaya gelmiş.”
***
“Ne bu şimdi!” diye fırlattı dosyaları Şevki Amir. “Uzman görüşü, katil bu adam değil diyor. Ne demek bu Ahmet?”
Şubeye gelip teslim olan şüphelinin akli dengesi yerinde olmadığı için ruh ve sinir hastalıkları hastanesine sevk edilmişti. Atilla, gönderdiği bilirkişi raporunda kendisini katil ilan eden adamın amatör bir takıntılı olduğunu söylemiş, polis merkezi tekrar birbirine girmişti. Fotokopilerden çıkan kağıtların sesi havada süzülen kağıtların sesine karıştı.
“Hayır ben anlamıyorum. Önceden elimizde bir şüpheli vardı. Sonra katil olduğunu söyleyen biri oldu. Şimdi ikisi de yok.” dedi Şevki Amir.
Yeltan, “Komiserim rapor kısaca; bu tutuklanan adamın 92 yılındaki cinayetlere fena halde taktığını bir süre sonra bu takıntısının katile olan hayranlığa dönüştüğünü ve şizofreniye evrildiğini söylüyor. Ancak bu elinde X işaretli bulduğumuz üç ceset... Şu an akıl hastanesindeki adamın parmak izleriyle örtüştü. Yani o üçünü bu şizofren yapmış… Ama diğerlerinde hiçbir bulgu yok. Katili de görmemiş. Çünkü katilimiz maske kullanıyor,” diye durumu özetledi.
“Bak bak, Uzman Atilla!” diye ayaklandı Ahmet Komiser.
İçeri adını sayıklayan Ahmet komiserin öfke patlamasını gözlemleyerek giren Atilla, “Beni özlediğinizi bu kadar belli etmeyin. Nefret, sevginin diğer adı Ahmet Bey,” dedi tebessüm ederek.
Oda bir anda buz kesti. Herkesin sinirleri bozulmuştu. Atilla elindeki dosyaları masaya bıraktı. “Adamın belirtileri de ben şizofrenim diye bağırıyor. Bunu anlamak için bu kadar uzman olmama da gerek yok. Bakın, size açıkça söylüyorum. Aradığınız katil kimseyi öldürmek istemiyor. Çoklu kişilik bozukluğu tespitim şu an için asılsız temellere dayanıyor olabilir. Şimdilik… Ancak eğer 92 yılıyla bu vakayı örtüştürüyorsak o kadar da asılsız değil. Katiliniz, olası muhtemel travmatik bir çocukluk geçirmiş. Ve seçtiği insanlar mutlu çocukluk geçiren insanlar. Ortak tek nokta bu. Onlarda hayatları boyunca unutamayacağı bir travma bırakıp yaşama devam etmelerini sağlıyor. Zihnimiz kabul etmediği olayları başkası yaşamış gibi davranır. Katilin aritmik davranışları birbirinden farklı karakterleri olduğunu gösteriyor. O yüzden kurbanlarda somut bir ortak nokta bulamıyorsunuz. Size fark ettiğim ilginç bir bilgiyi paylaşmak için geldim. 92 yılında da kimse katili görmedi. Ancak katil kurbanlarını yaralamadan önce kulaklarına bir şey fısıldıyordu. Ne biliyor musunuz? BUM!”
Herkes tüm dikkatiyle Atilla’yı dinliyordu. Atilla diğer elinde tuttuğu kitabı masaya bıraktı. “Naçizane tıp literatürüne kazandırdığım bir yenilik. ‘La Bum Çözülmeleri.’ 92 yılındaki katil, kurbanlarını yaralamadan önce kulaklarına farklı ses tonlarında bu kelimeyi söylüyordu. Çoklu kişilik bozukluklarında kişinin bünyesinde yarattığı karakterler sadece tavır olarak değil, ses tonu olarak da değişim gösterir. Bir karakteri çok merhametliyken diğer karakteri çok vahşi olabilir ya da biri heyecanlıyken diğeri pasif kalabilir. ‘La Bum’ tam bu anları tanımlamak için bulduğum tanı. Çoklu kişilik bozukluğuna sahip bir birey, değişim sırasında -ki bu anlar genelde katarsis anlarıdır- diğer karakterine geçerken ‘La Bum Çözülmesi’ yaşar. Katil kimliği, ile yakaladığı kurbanları eğer çözülmeyi yaşamadan elinde tutmaya devam etseydi öldürürdü. La Bum çözülmesinden sonra değişen karakteri ile onlara işkence uyguluyor.”
Komiser Ahmet, Atilla’ya döndü. “Yani, katil kişiliği ile yakalıyor çözülmeden sonra değişen karakteri ile işkence uyguluyor. Sonuç olarak, aradığımız kişinin bünyesindeki tüm karakterler tehlikeli öyle mi?”
“Kısmen evet, şöyle açıklayabilirim: Ortak acıları var. Hepsinin merkezinde travmatik acılı bir çocukluk var. Ancak her bir karakteri başka bir yolu seçerek var olmuş. Biri iyi olmayı seçmiş olabilir, biri öfkeli kalmış olabilir, biri acımasız olabilir, biri merhametli... Yaşadıkları acıdan dolayı dönüştükleri karakterler farklı ama onları harekete geçiren motivasyonları ortak. Travma…”
Herkesin tüyleri diken diken olmuştu. Eğer bu teori doğruysa bir insanın dönüşebileceği en korkunç halle karşı karşıyaydılar. Atilla anekdotlarına kaldığı yerden devam etmek için masadaki bir dosyayı aldı. ‘Bu son vaka, yani çiçek insan vakası, kurban ayıldı. Onunla görüşme yapmam için de yeterince bilinci yerindeydi. Ne oldu dersiniz? Kurban, katilin sesini sadece bir kere duymuş. Kelimeyi de çok net hatırlıyor. BUM!”
Ahmet’in kafası karışmıştı. “Bir saniye, sizin teorinizi katil nereden biliyor da insanların kulaklarına bunu fısıldıyor?”
“Çünkü aradığınız katil sadece cerrah değil, psikiyatri ile çok içli dışlı bir nevrotik. Her şeyin farkında. Ben bu tanıyı 90 yılında literatüre kazandırdım.”
Yine uzun süren bir sessizlik olmuştu.
“Biz bir tane suçlunun peşinden koşmuyoruz yani. Bir bünyede beş tane karakter taşıyan ruh hastasını arıyoruz,” dedi Ahmet Komiser. “Bunu kestiremeyiz ki, nerede nasıl kime ne zarar vereceği belli değil, her bir karakteri farklı hareket edecek demek bu. Sıra kime gelecek belli değil demek istiyorsunuz Atilla Bey doğru mu anlıyorum?”
“Aynen öyle Komiser Ahmet…”
***
Merkezdeki herkes Polis Yeltan ve Komiser Ahmet’in başına gelenleri konuşuyordu. Ahmet Komiser endişesini dile getirirken sıranın kendisinde olduğunu bilmeden yardım çağrısında bulunmuştu resmen. Merkezdeki herkes böyle söylüyordu. Kan donduran bu olayın artık saklı kalması imkânsız olduğu için değil basın, tüm ülkenin bu durumdan haberi vardı artık. Ana haber bültenlerinden sabah programlarına kadar tüm yayın organları solunum cihazıyla kalpleri birbirine bağlanan imzalı cinayetler kurbanı iki polis memurunun hayatta kalma mucizesini konuşuyordu. İki haftadır ülkenin gündemi buydu. Gündeme ek olarak bir de onları kurtaran Genel Cerrahi Uzmanı Doktor Can’ın başarısı alkışlanıyordu. Şevki Amir, odasında yankılanan spikerin sesinden bıkmıştı. Ani bir hareketle kumandayı aldı ve televizyonu kapattı. İş için yeni atanan Yusuf Komiser ve Şevki Amir sessizce oturmaya başladılar.
Ahmet Komiser ve Yeltan’ın başına bu talihsiz olay Doktor Can’ı takip etmeye karar verdikleri gece gelmişti. Doktor Can’ı takip ederlerken bir ormanlık alana girmişler ve alanda kaybolmuşlardı. Bir süre dolandıktan sonra karşılarına bir patika çıkmıştı. Bu patikaya onlardan önce gelen Can’ın ayak izleri dikkatlerini çekmişti. Bu izin Doktor Can’a ait olup olmadığını bilmiyorlardı anacak çare yoktu. Onlar da patikadaki ayak izlerini takip etmişlerdi. Patikanın sonu bir kulübeye çıkıyordu. Ahmet Komiser ve Yeltan kendilerine geldiklerinde verdiği ifadede kulübeye girdiklerini söylemişlerdi. Sonrası için ise sadece tek bir kelime hatırlıyorlardı: BUM!
Doktor Can da ifadesinde söylediğine göre telefonuna bilinmeyen bir numaradan mesaj gelmişti. O kulübeye gitmesi gerektiği ve annesiyle ilgili bilgilere ulaşabileceği yazıyordu. Mesaj tek kullanımlık hattan gönderilmişti. Hattın, mesajı gönderirken sinyal verdiği küçücük an da ormanlık alanı işaret ediyordu. Ancak Doktor Can kulübeye varamamıştı. Patikada giderken arkasından kimliği belirsiz bir şahıs Can’ı bayıltmıştı. Patikadaki ayak izleri de bunu doğruluyordu. Uyandığında evinin bahçesindeydi. Eşi Elif de bunu doğruluyordu. Ahmet Komiser ve Yeltan, o geceden 3 gün sonra Metlo hastanesine yine Doktor Can adına gönderilmişlerdi.
Olay yerinde başka birine ait ayak izine rastlanmıştı ve bir de bir yüzükten düşen taş bulunmuştu. O gece orada biri daha vardı ancak kim olduğunu bulmak hiç de kolay olmayacaktı.
Yusuf Komiser ve Şevket Amir durumun karışıklığını düşünürken Yusuf komiser, “Amirim?” diyerek sessizliği bozdu.
“Çok garip değil mi sizce de? Bir şekilde bu cinayetlerin ortak noktası Doktor Can, Atilla Tankor… Neden? Neden Doktor Can’a özel olarak gidiyor. Neden Atilla Bey 92 yılında da tesadüfen bu dosyayla ilgilenmiş. Yani sadece kişisel olarak dikkatimi çekti. Evet bir bağlantı yok şüphelerimiz boşuna çıktı belki sadece tesadüfen ama … Bulgular bizi sürekli Doktor Can’dan şüphelendiriyor ama sonuç aynı… Adam sadece başarılı bir cerrah.”
Bu sırada içeriye polis memuru Mert girdi.
“Amirim, kulübeye ait bilgiler geldi. Kulübe, Atilla Tankor ’un yardımcısı Bedir’in büyükannesine aitmiş.”
***
Komiser Yusuf, Polis Mert’le birlikte Atilla’nın villasına geldiklerine kapıyı başka bir yardımcı açtı. Atilla aşağıdaki gürültüleri duyup merdivenlerden indi. “Size de günaydın, Pazar pazar bu ne enerji Komiserim.”
Komiser Yusuf, “Atilla Bey, kusura bakmayın. Ben Komiser Yusuf, polis memuru Mert bana eşlik ediyor. Biz yardımcınız Bedir hakkında konuşmak için gelmiştik,” dedi.
“Bedir, izne çıktı. Bir hafta kadar önce… Tanıştırayım geçici olarak yerine bakan yeni yardımcım Hans. Alman kökenli, Türkçe bilmez. Lütfen içeri geçin. Size bir kahve ikram etmeme izin verin,” dedi Atilla. Villanın girişinden salona doğru giderlerken Komiser Yusuf, Atilla’nın karizmatik tavrından etkilenmişti. Tam bir aristokrattı. Ses tonu, tavırları, yaşam biçimi… İlginç bir karakter olduğunu düşünmüştü. Atilla kış bahçesinde her zaman oturduğu köşeye geçti. Eliyle işaret ederek Komiser Yusuf’u ve Mert Polisi de buyur etti.
“Ben yıllardır insan davranışları üzerinde pratik yapıyorum. Elde ettiğim sonuç ne biliyor musunuz? Kocaman bir hiç… İnsan, aklınızın alamayacağı kadar farklı davranış modellerine sahip bir canlı ve sürekli değişim içinde. Tabii karmaşık yapıdaki karakterlerden bahsediyorum. Basit yaşamlar basit sonuçlar getirir. İstisnalar hariç tabii…Sıradan insanlar çok tanıdık yollar izler ve o yollar zaten daha önce aşındığı için izleri takip etmeniz zor değildir. Herkes gibi yapar. Korkaktır ve bu yüzden bilinen teorileri kullanır. Kendisi yeni bir şey keşfetmek için uğraşmaz. Siz, bunun tam tersinde birisini arıyorsunuz. Korkak olmayan ve kimsenin bilmediği bir yolu kullanan… Bedir oldukça korkaktır.”
“Sanırım bilgiler size ulaştı. Evet, neden olduğunu anlayamasak da yardımcınız Bedir bir şekilde bu davaya dahil oldu. Neden izne çıktığını söyledi mi?”
“Evet, kardeşi rahatsızlanmış. Bir süre o bakmak zorundaymış. Bedir’in kardeşinden başka kimsesi yoktur.”
“Bedir’le tanışıklığınız çok eskiye dayanıyormuş. Hatta bayağı eskiye. Bedir’in ailesi de sizin ailenize hizmet etmiş. Bedir’le beraber çocukluk geçirmişsiniz.”
“Ah, evet. Çok eskiye dayanır tanışıklığımız.”
“Atilla Bey, bu Ahmet komiser ve Yeltan… Biliyorsunuz…”
“Evet, Ahmet Bey’le çok anlaşamazdık ama başına gelenler için üzüldüm. Geçmiş olsun…”
“Teşekkür ederiz. Bu malum olayın yaşandığı kulübe Bedir’in büyükannesine aitmiş. Bu kadar yakından tanıyorsanız bir bilginiz vardır mutlaka.”
Atilla’nın yüzündeki ifade hiç değişmedi. Bir süre gözlerini kırpmadan baktı Yusuf komisere.
“Bu sefer sizi hayal kırıklığına uğratacağım sanırım. Ancak bu konuyla alakalı bir bilgim yok. Benim bildiğim kadarı sadece şu, Bedir’e zamanında miras kaldığını falan öğrendik ama çok eski yapılardı ve o dönem yıkılması konuşuluyordu. Bedir de bu konuyla pek ilgilenmedi. Bunu biliyorum sadece.”
“Hm, demek ki o kadar da yakın değilmişsiniz Atilla Bey,”
Atilla’nın ifadesinin hiç değişmemesi ikisini de şaşırtmıştı. Atilla, kırpmadığı gözlerini Yusuf Komisere yaklaştırarak, “Sanırım benden Bedir’in bulunduğu adresi istemek için geldiniz,” dedi ve sehpanın üzerinde duran kâğıdı uzattı. “Bedir, bırakmış bu notu ve adresi. Buyurun.”
Bu sırada Mert’in telefonu çaldı. Telefonu kapattıktan sonra yutkunarak Komiser Yusuf’a döndü.
“Komiserim, Doktor Can adına bir vaka daha gitmiş ve kişinin kimlik tespiti yapılmış…”
Yusuf Komiser Mert’in yüzüne bakıyordu ancak Mert’in nutku tutulmuştu.
“Söylesene oğlum, ne susuyorsun? Kim?”
“Bedir…”
***
Artık sadece o gün değil, dünya için ayrılmış tüm günler bundan sonra güneşsiz geçecek gibi gözüküyordu.
“Şimdi fıttıracağım,” diye olay yerine geldi Şevki Amir. Yine avuç avuç dil altlarını atmakla meşgulken elindeki şişeyi kafasına dikti. Suyun kapağını kapatamadığı için Mert atıldı. “Amirin ben halledeyim isterseniz,” dedi ve Şevki komiserin elinden şişeyi aldı.
“Bu ne bu Yusuf?” Bu ne?”
Olay inceleme Bedir’in ihbarının yapıldığı apartman dairesine gelmişti. Alt katta yaşayan yaşlı bir adam üst katındaki bazı gürültülerden endişelenmişti. İfadesini verirken evin yıllardır kapalı olduğunu kimsenin yaşamadığını söylemişti. Seslerini duyunca şüphelenmiş birkaç parça şeyin kırıldığını duyunca da korktuğu için polise haber vermişti. İmzalı cinayetlerin katilinin tarzı giderek değişiyordu. Bedir’den yaşayan oyuncak bebek yapmıştı. Bedir’i o halde gören polis memurlarından birkaçı bu manzara karşısında dayanamamış olay yerine kusmuştu.
“Bu katilin tarzı değişiyor. Bu… Yani biz neyle karşı karşıyayız çocuklar?” dedi Şevki Amir. Soru sorarken sinirden bir oraya bir buraya zıplayıp duruyordu. “Kimin bu ev? Ne alaka burası şimdi? Zaten yıkıldı yıkılacak bina…”
“Amirim… Ev Bedir’in Almanya’daki halasının üzerine kayıtlı.”
***
Havada çakan şimşeğin ardından gök yarılmış gibi yağmur yağmaya başladı. Polis karakolu bir anda çakan şimşekle aydınlandı. Yusuf Komiser ’in yüzüne vuran ışık kaşlarının ortasındaki çizgilere değdi. Çattığı kaşlarıyla önündeki üst üste yığılmış dosyalara bakıyordu. Mert, Yusuf komiserine baktı. Dışarıdan cama vuran yağmur damlaların sesi karakoldaki sessizliği yırtıyordu. Ormanlık alanda bulunan yüzük parçası Bedir’in yüzüklerinden biriyle eşleşmişti. Bu durum işleri iyice karıştırmıştı.
“Adam kendini mi kurban yaptı yani? Bu… Olabilir mi?” diye sordu kapıdan içeri girerken Komiser Yusuf.
“Amirim bu bir olasılık ama Bedir de diğerleri gibi olayın şokunda ve konuşacak halde değil.”
O gün Bedir’in bulunduğu evden çıkanlar oldukça ilginç belgelerdi. Eskiye dair bir sürü fotoğraf albümü çıkmıştı. Atilla ve Bedir’in çocukluklarının geçtiği Almanya’daki eve dair birçok veriye ulaşmıştı teşkilat.
Yusuf Amir, etrafı kolaçan etti. Mert’e doğru yaklaşıp “Sana söylediğim araştırmayı yaptın mı?” diye fısıldayarak sordu.
“Evet, amirim. Atilla Tankor ’la ilgili şüpheli bir durum yok. Bildiğimiz klasik bir entel… İyi bir doktor, pahalı yaşam, zengin aile kökeni, yurt dışı eğitimleri, marka değeri… Derdi, tasası bu… Birçok insanın erişemeyeceği yaşam standartları…”
“Ailesi?”
“Klasik zengin bir aile. Atilla’nın bir de ablası varmış. Ancak 4 yaşından sonra bir hastalık teşhisi konuyor. Sonra da ölüyor.”
“Hastalık yüzünden mi?”
“Evet, bir çeşit kas hastalığı. Yaş aldıkça hareket kabiliyeti kısıtlanıyor sonra organları birer birer iflas ediyor.”
“Bu, Bedir’in bulunduğu evden başka ne çıktı peki?”
“Ev, tam bir arşiv gibi. O kadar uzun süre girilmemiş ki eve… Bir süre o evde yaşanmış ama. Atilla’nın anlattığı şeyler… Gerçekten de çocukluklarını beraber geçirmişler. Yığınla fotoğraf albümü var. Bedir, Atilla Bey’in ablasıyla ve Atilla Bey’le bir sürü fotoğrafı var. Bir de bir tane kutu var açamadığımız. Arkadaşlar bakıyor. Onun içinden bir şey çıkarsa artık… Bir umut…”
“Anladım.”
Can, oldukça soğukkanlı her zamanki tavrıyla içeri girdi. Yusuf Komiser ve Mert bir anda Doktor Can’a döndüler. Can, ses tonu bile titremeden “Benim size bir itirafta bulunmam gerek,” dedi.
Can, o gece kulübede ne olduğunu anlatmıştı. Patika yola girdikten sonra ilk önce bayıltılmadığını itiraf etti. Birisi ona seslenmişti. Ve patika yoldan yamaca, sesin geldiği yöne doğru yürümüştü. Ona seslenen kişi annesinin hayatta olduğunu söylemişti. Can, ne olduğunu anlamak için bir süre soru sorduğunu ancak tahrik edilmesi sonucu sinirlerine hâkim olamadığı için bu şahsın üstüne atladığını ve aralarında bir arbede yaşandığını anlatmıştı. Bu sırada kimliği belirsiz bu kişinin cebinden düşen anahtarı fark etmişti Can. Boğuşma sırasında şahıs bunun farkına varmamıştı ve Can da fırsattan istifade edip anahtarı almıştı. Anahtarın nereye ait olduğunu bilmiyordu.
“Anlamadım Can Bey? Ne demek anahtar? Ne anahtarı?” diye sabırsızlanarak sordu Yusuf Komiser.
“Bilmiyorum. Çok eski bir anahtar. Eski bir şeyi açabilir. Bir sandık, belki çok eski yapıdaki bir odanın kapısı ne bileyim işte… Şu anda pek kullanılmayan anahtar türlerinden.”
Yusuf Komiser ve Mert sinirlenmişti. Yusuf Komiser, “Bunu neden son dakikada anlattığınızı sorabilir miyim? Neyle karşı karşıya olduğumuzun farkında mısınız?” diye sesini yükseltti.
Can’ın söyleyecek bir şeyi yoktu. Cebinden anahtarı çıkartıp verdi. Anahtar gerçekten inanılmaz eski ancak özel olarak yapıldığı belli bir tarih eser gibiydi. Üzerinde bir de silinmek üzere olan bir yazı vardı. B ve M harfleri okunuyordu. Yusuf Komiser ve Mert harfleri görünce ağızlarından aynı anda aynı kelimeyi çıkarttı: BUM!
Mert’in aklına bir şey geldi. Koşarak çıktı odadan aynı hızla elinde kutuyla geri geldi. “Komiserim…” Diyebildi. Anahtarı kutunun deliğine soktular. Kapak açıldığında herkes nefesini tutmuştu. Kutunun içinden çıkanlar oldukça ilginç şeylerdi. Hasta bir kız çocuğunun hastalık aşamaları fotoğraflanarak kaydedilmişti. Hepsinin arkasında aşamalara dair yazılmış bilgiler vardı. Altında da ‘Almida’ yazıyordu ve hepsi X işareti ile imzalanmıştı.
“Almida kim?” diye sordu Yusuf Komiser.
Mert, büyümüş gözleriyle Yusuf komisere baktı ve yutkunarak, “Atilla’nın hastalıktan ölen ablası,” dedi.
***
“Bedir, evet… Ablamın hastalık sürecinde o yakından ilgilendi. Ancak bu bahsettiğiniz şeyler, bir türlü aklım almıyor. Ablamı bu kadar benimsemiş olabileceğini aklımın ucuna bile getirmezdim,” dedi Atilla. Çok şaşırdığı belliydi. O gün polis Bedir’le ilgili yakalama kararı çıkartmıştı. Bulunduğu hastaneye acil durum sinyali verilerek giriş yapılmış ve hastaneden apar topar merkeze getirilmişti. İyileşme süreci takip edildikten sonra da yargılanarak müebbet cezaya çarptırılmıştı. Yusuf Komiser gözlerini kısarak Atilla’ya baktı.
“Bedir’in ağzını ne sorguda ne de mahkemede bıçak açmadı. Kendisiyle ilgili verilen kararlara itiraz bile etmedi. Soru soruldu, sadece suçunu kabul etmek için ‘Evet’ dedi. Can Bey’i o aramış ancak Derya Hanım’ın nerede olduğunu bilmiyor ya da biliyor da söylemiyor. Can Bey’e o mesajı atması için bir gerekçesi yok. Bedir’in sessizliği bir suçluyu değil, birine olan sadakati temsil ediyor gibi geldi bana,” dedi.
Atilla, her zaman oturduğu köşeden kalktı. Kış bahçesinin penceresinden yıllardır özenerek beslediği çiçekleri izledi. Küçük bir tebessümle Yusuf Komiser’e geri dönerek, “Bazen burnunuzun ucundaki şeyi göremezsiniz. Ya da görseniz bile kanıtlamak için yeterli bilginiz yoktur. Ahmet Bey sık sık söylerdi. Somut kanıtlar… Beynimiz her ne kadar kendi içinde ağ örüp olayları birbirine bağlasa da bazı şeyleri beş duyu organından biriyle anlamak istiyor. Bedir, hep çok sessizdi. Gerektiği kadar ihtiyaçlarını anlatmak için konuşurdu. Genelde yüzünde bir ifade barındırmazdı. Çok mutlu olursa hafif bir tebessüm ederdi. Size ne söylediğimi hatırlıyor musunuz? ‘Basit yaşamlar basit sonuçlar getirir. İstisnalar hariç tabii…Sıradan insanlar çok tanıdık yollar izler ve o yollar zaten daha önce aşındığı için izleri takip etmeniz zor değildir,’ demiştim. Bedir bir istisnaymış ve ben de bu istisnayı fark edemedim…” dedi.
“Siz Bedir’in çoklu kişilik bozukluğu olduğu konusunda verdiğiniz raporda eminsiniz yani?”
“Evet, oldukça eminim. Bedir’in asıl karakteri sessiz yani büyütüldüğü ortamdaki aşağılanmışlığı temsil eden karakter. Bedir zor bir çocukluk geçirdi. Ailesi biraz… Nasıl desem? Alışageldik yöntemlerin dışında büyüttüler Bedir’i. Bizim Almanya’da büyüdüğümüz çiftlik oldukça büyük bir çiftlikti Yusuf Komiser. Çalışanların yaşam alanları bizimkine karışmazdı. Evet, yan yanaydık ama aynı zamanda çok uzaktık. Çocukken anlama zor ancak büyüyünce sizin için çizilmiş sınırları siz de benimsemek zorunda kalıyorsunuz. Bedir de bu benimsediği karakterden beslenmiş. Diğer karakterlerine de hayal dünyasında yeni başka aileler yaratmış…Yusuf Bey, çocukken biriktirdiklerimiz bizi biz yapar.”
Yusuf Komiser bir türlü ikna olamıyordu ancak yapacak bir şey kalmamıştı. Yusuf Komiser ayaklandı.
“Bu dava kapandı ama bir sürü soru işaretiyle kapandı Atilla Bey. Bize sağladığınız katkılar için teşkilat adına size teşekkür ederim,” dedi.
Atilla, Yusuf Komiser’i uğurlarken “Dediğim gibi bazen gözümüzün önündeki verileri göremiyoruz…Her şey burnumuzun ucunda cereyan ederken biz uzaktaki meyvelere ulaşmaya çalışıyoruz. Tadına bakınca da mutlu oluyoruz,” dedi.
Bir süre daha Atilla’ya baktıktan sonra aklındaki sorularla villadan çıktı Yusuf Komiser.
***
Kahve fincanının tabağına değdiğinde çıkarttığı porselen sese uyandı Derya. Atilla, karşısında keyifle kahvesini içiyordu. Olan biten her şeyi büyük bir keyifle anlattıktan sonra bir yudum daha aldı kahvesinden.
“Bedir’e üzüldüm… O benim için çok değerliydi biliyorsun. Yıllarca gösterdiği sadakat… Sen burada aç susuz kalma diye az yemek yapmadı sana da değil mi? Ona bir teşekkür borcumuz vardı ama… İşte... Kader… Bu arada evimizin bahçesine yeni çiçekler ektiriyorum. İstediğin özel bir bitki var mı?” diye sordu Derya’ya.
Derya yıllardır Atilla’nın villasında bodrumda yaşıyordu. Atilla, Fransa’yken Bedir göz kulak olmuştu Derya’ya.
“Biliyor musun Derya, Yusuf Komiser yeni bir meyvenin tadına baktığı için çok mutlu… O kadar da anlatıyorum kendimi. Bak sen yıllar önce ben anlatmadan çözmüştün. Neyse, zaten mutlulukların her zaman gerçek olmasına gerek yok değil mi?”
Bu sırada polis merkezi gelen yeni ihbarla çalkalanıyordu. Eline sonsuzluk işareti kazınmış bir kurban şehrin göbeğindeki reklam panosunda sallanıyordu.
תגובות